31 Mart yerel yönetim seçimleriyle siyaset sahnesinde önemli değişiklikler meydana geldi.
Türkiye yeni bir döneme girdi. 22 yıldan beri kemikleşen siyaset paradigması değişti. Yeni bir oy bandı çıktı. CHP’nin hiçbir dönemde kazanamadığı Manisa, Amasya, Afyonkarahisar gibi İç Anadolu kentlerinde kazanması, Karadeniz’de Sinop, Bartın, Artvin, Giresun gibi kentleri alarak küçümsenmeyecek varlık göstermesi, kimliklere dayanan kutuplaştırma siyasetinin artık geçerliliğini yitirmeye başladığını, seçim kazanmaya yetmediğini gösteriyor. “Ne olursa olsun AKP’ye oy veririm.” diyen seçmen yok artık.
Seçim sonuçlarını etkileyen pek çok faktör var. Elbette ekonomik kriz, kitlesel yoksullaşma, emeklilerin durumu, halkın geçim sıkıntısı, gelir adaletsizliği önemli faktörler. Bunun yanında CHP’deki değişim, adayların kişilikleri de seçim sonucunu etkileyen faktörler. Bunların hepsi birlikte bu sonucu doğurdu.
AKP’nin 22 yıl sonra ilk kez ikinci parti durumuna düşmesi, 5 milyon oyun yanı sıra 4 büyükşehir ve 12 il belediyesini kaybetmesi bu parti bakımından çok ağır bir sonuç. Seçim, AKP bakımından sadece tek meşruiyet kaynağı değil, aynı zamanda bir varoluş nedenidir. AKP’nin yükselişi, yeni bir Türkiye kurma projesi, seçim başarılarıyla yakından bağlantılıdır. O nedenle AKP için seçim kampanyası kesintisiz bir süreçtir. Bir seçim bitince sonraki seçim süreci başlar.
Kurulduğundan bu yana tek bir başkan gören, tek bir başkanın yönettiği, bütün kararların tek başkan tarafından alındığı AKP, kurumsallaşmasını tamamlayamadı. O nedenle iktidardan düştüğü ya da tek adamın başkanlığı sona erdiğinde varlığını sürdürüp sürdüremeyeceği belli değil.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel
31 Mart yerel yönetim seçimlerinin bir iktidar değişikliğine yol açıp açmayacağı birçok faktöre bağlı. Bir kere, 31 Mart seçimlerinde muhalefete verilen oyların ne oranda CHP’nin oyları, ne oranda protesto oyları olduğunu bilmiyoruz. İkincisi yerel seçimler için verilen oyların ne ölçüde genel seçimler için bir gösterge olduğunu da bilmiyoruz.
Özgür Özel’in de seçim akşamı değindiği gibi, bunu bir başlangıç olarak görmek gerekir. İktidar değişikliğine giden yolun başlangıcı. İktidar değişikliğinin gerçekleşmesi bir yandan CHP’nin elindeki yerel yönetimlerin başarılı bir yönetim göstermesine, öbür yandan genel merkezin sahip olduğu çoğunluk desteğini, muhalefette birinci parti olmayı iyi yönetmesine bağlı. Genel seçimlere giden yol CHP’li yerel yönetimler bakımından riskler taşıyor. Enerjilerini yerel halka hizmet yerine seçim kazanma üzerine yoğunlaştırmaları, sahip oldukları desteğin kaybolmasına yol açabilir.
31 Mart seçim sonuçları CHP bakımından büyük bir değişimin ifadesi. CHP, Atatürk’ün partisi, Cumhuriyet’in kurucusu. CHP haklı olarak bunlarla övünüyor, gurur duyuyor. Ama geçmişte kazanılan büyük başarılar bugün seçim kazanmaya yetmiyor. CHP görkemli geçmişine gömülüp nostalji partisine dönüşmüş durumdaydı. Halka sunabileceği ileriye dönük bir projesi yoktu. Elbette bir siyasal partinin yapması gereken etkinlikleri yapıyordu. Ama bunların da çoğu AKP’nin çizdiği oyun alanı içinde kalıyordu. Böyle olunca da kişiliği belirsiz bir görüntü çiziyor, halka güven vermiyordu. 31 Mart seçimi hem CHP’de bir dönüşümün göstergesi hem de sonucu. CHP kendi oyun alanını çizen, geçmişiyle gurur duyan ama ileriye bakan, halka anlatacak bir Türkiye projesi bulunan, bir sosyal demokrat parti olma yolunda. Bu görünüşüyle halka güven verdiğini 31 Mart seçimleri gösterdi. Bu değişimde Özgür Özel’in büyük payı var.
Ancak değişim Genel Başkan ve kadroların değişimiyle sınırlı kalmamalı. Yeni, demokratik bir Türkiye projesi ortaya konulmalı. Seçim kampanyası sırasında CHP daha çok kimleri nereden aday gösterirse kazanabileceği üzerinde odaklandı. Tutarlı, bütüncül bir yerel yönetim politikası ortaya koymadı. Oysa AKP son derece merkezi bir yerel yönetim anlayışına sahip. Yereli merkezin bir uzantısı olarak görüyor. Kayyım atamaları, en son Van’da seçilen belediye başkanının mazbatasının seçimi kaybeden AKP’li adaya verilmesi, Erdoğan’ın yerel yönetimle merkezi yönetim arasında uyum olması gerektiği yolundaki sözleri bu anlayışın sonuçları.
Şimdi CHP’nin halkın katılımına dayanan, katılım kanallarını açan, halkın kendisiyle ilgili konularda karar almasını öngören bütüncül bir yerel yönetim politikasının ilkelerini saptamasına gereksinim var. Bu yol haritasının amacı yeni bir yerel, katılımcı demokrasi anlayışının yerleştirilmesi olmalı. Böyle radikal bir değişim programı, halkı hizmet bekleyen pasif bir kitleden, kendi kararlarını veren, taleplerini ileri sürebilen bir özneye dönüştürebilir. Türkiye’nin demokratikleşmesi dört yılda bir oy veren, ondan sonra sesi duyulmayan pasif seçmenin aktif bir yurttaşa dönüşmesine bağlıdır. CHP katılımcı demokrasiyi esas alan bir yerel yönetim politikasının temel ilkelerini saptadıktan sonra bunun uygulaması her yerel yönetimin koşullarına göre değişebilir. Demokrasiyi demokratikleştiren böyle bir politikanın hazırlanması, CHP’nin demokratik anlayışını göstereceği gibi, CHP ile AKP arasındaki demokrasi farkını çarpıcı bir biçimde ortaya koyacaktır.
31 Mart seçimleri umutsuzluk içindeki kitlelere yeni bir ışık yaktı. Şimdi yeni bir heyecanla, yeni bir umutla, yeni bir demokratik Türkiye projesiyle bu ışığa doğru yürümek gerekir.
Rıza Türmen kimdir?
Türkiye'nin önde gelen insan hakları hukukçularından ve diplomatlarından olan Rıza Türmen İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi.
Kanada Montreal McGill Üniversitesi'nden hukuk yüksek lisansı, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden Siyasal Bilimler doktorası aldı.
Avukatlık stajını yaptıktan sonra, 1966 yılında Dışişleri Bakanlığı'na girdi. Dışişleri Bakanlığı'nda çeşitli görevlerde bulundu.
1985'de Singapur'a ilk Türk Büyükelçisi olarak atandı.
1993 Birleşmiş Milletler Dünya İnsan Hakları Konferansı'nda ve AGİT, İnsani Boyut Toplantıları'nda Türk Heyeti Başkanlığı'nı yaptı.
1994'te İsviçre'ye Büyükelçi olarak atandı. 1996'da Türkiye'nin Avrupa Konseyi Daimi Temsilcisi oldu.
1998 yılında Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi tarafından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yargıçlığına seçildi. 2008 yılına kadar bu görevi sürdürdü.
2008'de Türkiye'ye döndükten sonra 10 yıl Milliyet gazetesinde köşe yazıları yazdı.
2011 seçimlerinde CHP İzmir Milletvekili olarak parlamentoya girdi. TBMM Adalet Komisyonu ile Anayasa Uzlaşma Komisyonu'nda görev yaptı.
2009 yılında Türkiye Barolar Birliği Yılın Hukukçusu Ödülü, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü Ödülü, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Üstün Hizmet Ödülü, 2010 yılında Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin Cumhuriyet Ödülü Rıza Türmen'e verildi.
İnsan Hakları ve hukuk konularında yerli ve yabancı dergilerde yayınlanmış çok sayıda makale ile kitap bölümleri kaleme aldı. "Güçsüzlerin Gücü-Türkiye'de İnsan Hakları" ve "Türkiye'de Demokrasi Arayışı" adlı iki kitabı yayımlandı.
Halen demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti alanlarında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarında çalışmalarını sürdüren Rıza Türmen, Türkiye Barolar Birliği İnsan Hakları Merkezi'nin eş sözcülüğünü yapıyor.
Sanata yakın ilgi duyan ve yaklaşık 40 yıldır çello (viyolonsel) çalan Rıza Türmen, T24'te 2013 yılından beri, ağırlıklı olarak temel haklar, insan hakları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları, genel hukuk ve politika konularında yazılar yazıyor.
|